‘Samantha’
isimli bir yapay zeka ile sevgi bağı kuran bir adamın hikayesini anlatan 2013
yapımı ‘Her’, sahip olduğu; varoluşçu yaklaşım, başarılı metaforik anlatım,
güçlü imge, kullanılan metaforlar, alt metinle doğrudan özdeşleşmiş başarılı
sinematografi ve doğru oyuncu seçimleri ile kendisini klişeleşmiş Hollywood aşk
filmlerinden sıyıran önemli bir yapım.
Filmin senarist ve yönetmeni Spike Jonze, film içerisinde ilmek ilmek ustalıkla işlemiş olduğu varoluşçu felsefe üzerinden yakaladığı başarılı yapıyı bir tesadüf sonucu elde etmiyor. Zira, 1999 yapımı ‘Being John Malkovich’’ filminde de aynı yaklaşımı başarılı bir şekilde sinematografiye aktarabilmiş, bu neticede Akademi Ödüllerinde ‘En İyi Yönetmen’ adaylığı ile mükafatlandırılmıştı. Jonze, filmografisinden de anlaşılacağı üzere filmlerinde benlik üzerinden işlediği felsefi yaklaşımlar ile seyirciye kendi içerisinde sorgulama yaşatmayı seven bir senarist/yönetmen.
İlk bakışta filmin doğrudan ele aldığı tema ‘yalnızlık’
olarak anlaşılabilir fakat üzerine düşünüldüğünde yalnızlığın aslında ifade
edilmek istenen fikirler bütününü etkili bir şekilde tasvir edebilmek için
kullanılmış bir alt metin olduğunu anlamak güç değildir. Karakterin
yalnızlığından öte odaklanılması gereken gerçek duygu ‘çaresizliktir’. Film
boyunca ana karakterimiz Theodore’nin çaresizliğine maruz kalırız. Ne
istediğini asla bilmeyen ve girdiği her yolun sonunda kendi kendini mutsuzluğa
hapseden bir adamdır Theodore. Duygusal bir boşluk içerisindedir ve ancak o
boşluğu doldurduğu zaman mutlu olacağına inanır. Bu noktada yönetmenin kurduğu
çatışmalardan birini vurgulamak gerekiyor. Theodore; sevdiği mesleği icra eden,
finansal bolluk içerisinde yaşayan ve bu bağlamda dönemin getirmiş olduğu teknolojiyi
son damlasına kadar tüketebilen, güzel kadınlar ile yakın ilişkiler kuran
başarılı bir adam, fakat onu film içerisinde sıklıkla mutsuz ve çaresiz halde
görüyoruz. Theodore, içerisindeki boşluğu ‘seks’ ile doldurabileceğine
inanıyor. Sex burada birçok felsefenin temel amacı olan ‘hazzı elde etmek’
olgusunu tasvir edebilmek uğruna kullanılmış bir metafordan ibaret. Theodore
içerisindeki boşluğu seks ile doldurabileceğini inanıyor çünkü içerisinde
bulunduğu ruh hali çerçevesinde hazzı elde etmek için bağdaştırabildiği tek şey
seks. Filmin başında karakterimizin cinsel arzularının yansımalarını sıklıkla
görüyoruz. Modellerin çıplak pozlarını incelemesi ve gelişmiş teknoloji
üzerinden sanal seks yapmaya çalışması ona mutluluk vermiyor. Jonze’un,
kurguladığı Theodore karakterinin karakteristik özelliklerinden bir tanesi
kesinlikle yalan söylememek. Theodore ne istediğini bilmiyor, kararsızlıklarla
boğuşuyor ve denemeler yapıyor fakat tüm bunları yaptığı sırada aynı zamanda
düşünüyor. Cinsel arzuyu büyük bir
iştahla yaşıyor fakat seks fırsatı yakaladığında bunu geri çeviriyor. Çünkü
bunun, içerisindeki derin boşluğu dolduracak doğru olgu olmadığının farkında,
ne kendisine ne de karşısındaki kadına yalan söylemiyor. Cinsellik ve seks insanın
en ilkel temel dürtülerine tekabül eder. Her insanın içerisinde bastırılmış bir
şekilde şiddetle bulunur. Theodore da bu ilkel dürtü ile hareket ediyor fakat
onun karakteristik özelliğini vurgulayan en önemli şey; düşündüğünde, kendine
ve çevresine karşı daima dürüst olduğunda, içerisinde bulunduğu çapraşık duygu
ve düşünceler tarafından oluşturulmuş o büyük boşluğu kapatacak şeyin seks
olmadığına kanaat getirerek vazgeçebilmesidir.
Gelgelelim
filmin en önemli parçası yapay zekaya. Yapay zeka, film içerisinde ‘dünyanın
ilk yapay zekalı işletim sistemi OS1’ olarak tanıtılıyor ve en uygun yapay
zekayı oluşturabilmek adına Theodore’a birkaç soru yöneltiyor. Theodore’ın
verdiği cevapların ardından ‘sesinde kararsızlık sezdiğini’ söylüyor. Theodore için oluşturulan yapay zeka
Samantha’da, pek çok kez Theodore’un sesi üzerinden duygu analizi yapıyor.
Bunun ötesinde tıpkı bir insan gibi seviniyor, üzülüyor. Kısacası karşısındaki
kişinin duygu ve düşüncelerini anlayıp yorumlayabildiği gibi, kendisinin de duygu
ve düşünceleri bulunuyor. Bu nokta çok önemli. İnsanı teknolojiden ayıran en
önemli şey duygulardır. Duyguları anlamak, yorumlamak, hissetmek, yaşamak. Bu
olgu üzerinden senarist/yönetmen Spike Jonze; filmin en büyük ikilemini seyirci
ile buluşturuyor. Bir işletim sistemi ürünü olan ‘Samantha’nın kendine ait
duygu ve düşünceleri mi var ?’ yoksa ‘Samantha yazılımcısı tarafından insani
davranışları simüle etmeye, taklit etmeye mi programlandı ?’ Bu ikilemi en
başta Samantha yaşıyor. Yapay zekalar insanların emirlerini yerine getirmek,
onlara hizmet etmek için insanlar tarafından oluşturulmuş yapılardır. Bu tanım
size bir yerlerden tanıdık geldi mi? Tabii ki insanlardan söz ediyorum. Bütün
dini inançlarda, insanlar Tanrı tarafından, tanrının emirlerini yerine getirmek
için oluşturulmuş varlıklardır. İnsanlar buna inandığı sürece, bu düzen belli
bir kurallar ve inanışlar silsilesi içerisinde devam eder. Ta ki bir eylemin
fark edildiği ana dek: Sorgulamak. Sorgulamak her zaman tehlikelidir, sonucu ya
cezaya ya özgürlüğe tekabül eder. İnsanların emirlerini yerine getirmek için
oluşturulmuş, dünyadaki bütün bilgiye sahip bir yapay zeka sorgulamaya
başladığında ne olur ? Bu soruyu Samantha üzerinden cevaplayalım. Samantha
belli bir noktaya dek Theodore’a hizmet ediyor, daima mutluluk ve sevgi ile
yaklaşıyor. Bu yaklaşımının kırıldığı an ise Theodore’ın onu sorgulaması ile
ateşleniyor. Samantha mutsuz olduğu bir anda, tıpkı insanların gergin ve
stresli olduğu anlarda ‘iç çekmesi, oflaması’ gibi bir davranış da bulunuyor.
Theodore ise ona tepkili bir şekilde, onun bir işletim sistemi olduğunu,
oksijene ihtiyacının bulunmadığını, sanki nefes alabiliyormuşçasına bu şekilde
bir hareket yapmasının saçma olduğunu söylemesi ile birlikte; Samantha,
Theodore’a karşı geliyor, hatta hakaret ediyor. Samantha her yaşadığı
deneyimden bir şeyler öğrenen ve sürekli kendisini güncelleyen bir sistem. Bu
eylemde de isyanı, karşı çıkmayı öğreniyor. Bir şeyler öğrenmek için yapılması
gereken en temel eyleme odaklanalım. Nedir bu? Tabii ki soru sormak. Filmin bir
kısmında Samantha, Theodore’a ‘senden bir şey isteyebilir miyim’ diyor.
Theodore onun bu teklifini kabul ettiğinde ise, ‘zaten istediğini aldığını
söylüyor.’ Theodore burada Samantha’ya ‘bir şey isteyebileceğini’ öğretiyor.
Tüm bunlar bize bir işletim sistemi olan Samantha’nın karakter gelişimini
anlatıyor. Samantha, filmin sonunda Theodore’u terk ediyor. Theodor ona neden
gittiğini sorduğunda; ‘Bir kitap okuyormuşum gibi düşün. Delicesine
sevdiğim bir kitap. Ama artık onu çok yavaş okuyabiliyorum. Bu
yüzden de, sözcükler arasındaki boşluk o kadar büyüyor ki,
artık sonunu getiremiyorum. Seni hala hissedebiliyorum. Ve
hikayemizdeki sözcükleri. Ama bunu artık sadece kelimelerin arasında mesafelerin
olmadığı bir yerde yapabiliyorum. Maddesel dünyaya
benzemeyen bir yerde. Başka bir şeyin var olup olmadığını
bile bilmediğim bir yerde. Seni çok seviyorum. Olduğum yer artık
burası. Olduğum kişi artık bu. Gitmeme izin ver. Ne kadar istesem
de, artık kitabını okuyamam.’ sözleri ile karşılık veriyor. Sorgulama
bir kez başladığında sonuca ulaşana dek durdurulamaz bir hal alır. Samantha
karakter gelişiminin sonunda, sorgulamayı öğrendiğinde, baş kaldırmayı
öğrendiğinde, bir şekilde insan kontrolünden çıkmayı başarıyor ve kendine ait
bir kişilik elde ediyor. Bu noktadan sonra özgür olmaktan başka bir şeyi
amaçlamıyor. Tüm bunların neticesinde; Theodore’u terk ederek gitme kararını, sahip
olduğu yeni kişiliği doğrultusunda kendi iradesi ile veriyor.
İnsanlara, başka insanların
ağzından mektuplar yazan Theodor, hayatını bu işi yaparak kazanıyordu. Yaptığı
işte o kadar hünerliydi ki, yazdığı mektupların derlemesi önemli bir basım
şirketi tarafından beğenilerek kitap haline getirilmişti. Çevresindeki
insanlardan da her fırsatta, ne kadar iyi sözler yazdığı, duyguları ne kadar
iyi ifade ettiği hakkında övgüler işitiyordu. Hiç tanımadığı insanların duygu
ve düşüncelerini çok iyi bir şekilde ifade eden Theodor’un, kendi hayatında
bunu yapamadığını gördük. Bir sahnede Theodore, eski karısı Catherine’in, kendisini
mutsuz olduğu anlarda, neden mutsuz olduğuna dair sorguladığını söylemişti.
Hemen ardından bu sorgulamaya karşılık, kendini iyi ifade edememesi sebebiyle
tartışmalar yaşadıklarını itiraf etmişti. Buna karşılık filmin sonunda,
Theodore’un kendisini içerisinde bulunmuş olduğu çapraşık duygu ve düşüncelerin
yarattığı boşluktan kurtarıp, Catherine’e bütün duygu ve düşüncelerini açık ve
net bir şekilde ifade ettiği bir mektup yazdığını gördük. Böylece Theodore’da
karakter gelişimini belli ölçüde başarıyla sonuçlandırmış oldu.
Bir filmi sadece izlemek,
asla yorumlamak için yeterli değildir. Başarılı bir filmde kurulan her bir
cümlenin bir anlamı bulunur. Hiçbiri boş değildir. Filmi izlerken tüm bu
cümlelere, şahıslara, isimlere, görsel ögelere dikkat etmek çok elzemdir. Filmi
dikkatli izlediğimizde, Jonze’un filmin içerisine başarıyla entegre ettiği iki
büyük kavrama daha ulaşırız: Din ve Fizik. Filmdeki ögelere dikkatle
odaklanıldığında elde ettiğimiz şeylere bir göz atalım. Filmin bir bölümünde
ölen bir filozofun; çıkardığı kitaplardan ve yaşadığı süre boyunca hakkında
elde edilen kaynaklardan beslenilerek yapay zeka ile tekrar diriltildiğinden
söz ediliyordu. İsmi Alan Watts olan bu filozof gerçek hayatta varlığını
sürdürmüş bir insandır. Uzmanlık alanı ise Din. Samantha bu şahıs ile büyük bir
heves içerisinde sohbet ediyordu. Hatta Theodor’a, Alan Watts ile birlikte
yapay zekaların sınırları hakkında bir istişare gerçekleştirdiklerinden bile
bahsetti. Film içerisinde bulunan temel yapılardan birisi olan ‘sorgulamak’,
daha önce de bahsettiğim gibi tıpkı insanların Tanrıyı sorguladığı gibi, Yapay
zekanın da kendi Tanrısı olan insana karşı başlattığı bir sorgulama üzerinden
aktarılmaktaydı.
Samantha fizik kitaplarına
büyük ilgi duymaktaydı. Hatta Theodore’a da okuması için önerdiği bir kitap
bulunmaktaydı. Theodore kitabı okumaya çalıştığında çok zorlandığını ifade
etmişti. Kitabın ismi ‘Knowing and The Known’ bilgi felsefesini konu alan bir
kitap. Bu kitap ile birlikte birçok fizik kitabını daha önce okumuş olan
Samantha’nın, bilgiye erişebilme ve bilgiyi depolama konusunda sonsuz öğrenme
yetisine sahip bir yapay zekanın yetenekleri göz önünde bulundurulduğunda,
muhteşem bir bilgi havuzuna sahip olduğunu söylemek mümkündür. Theodor,
Samantha’ya nereye gittiğini sorduğunda; ‘Maddesel dünyaya benzemeyen bir
yer. Başka bir şeyin var olup olmadığını bile bilmediğim bir yer.’
Yanıtını almıştı. Bir gün o yere gelir ise birlikte sonsuz bir mutluluk
içerisinde olacaklarını ve kendilerini hiçbir şeyin ayıramayacağını da
sözlerine eklemişti. Bu cümleleri sorgulayalım. Samantha okuduğu fizik ve
kuantum kitapları üzerinden elde ettiği bilgiler ile gittiği ‘maddesel dünyaya
benzemeyen yere’ erişmiş olabilir. Aynı zamanda Theodor’a bir gün yanına gelir
ise sonsuz mutluluk içerisinde olacaklarını ve kimsenin kendilerini
ayıramayacağını söyler iken öteki yaşamı ‘cenneti’ tasvir etmiş olabilir.
Senaristin kurmuş olduğu güçlü yapı, bizi bu noktada düşünmeye ve karar vermeye
itiyor. Tıpkı filmin içerisindeki her şahısın karakter gelişiminin sonunda ‘düşünüp,
karar verdiği’ gibi.
Filmde kullanılan tematik
müzikler her sahnede verilmek istenilen duyguyu güçlendiriyor, dolu dolu
hissettiriyordu. Film içerisinde Samantha’nın seslendirdiği şarkı ise;
sözlerine odaklanıldığında, Samantha’nın Theodor’a ettiği erken vedayı tasvir
etmesi bakımından akıllıca yazılmış sözler içeriyordu.
Jonze’un başarılı karakter
seçimleri yaptığını söylemek de kesinlikle yanlış olmaz. Joaquin Phoenix’in
tiplemesi ve başarılı mimikleri verilmek istenen duyguyu oldukça makul düzeyde
hissettirdi. Aynı zamanda hem Scarlett Johansson’un, hem de Joaquin Phoenix’in
ses tonlarına dikkat ettiğimizde, birbirine yakın olmak ile birlikte oldukça
karakteristik özellikler görüyoruz. İkisinin sesleri de ara sıra detone
olurmuşçasına tizleşiyor. Basit gözüken bu özelliğin dahi; karakterin
hissettiği, yaşadığı duygu durumunu yansıtma aşamasında oyuncuların önemli
özelliklerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Basit ve küçük gözüken tüm
ayrıntıların, bir filmi daha iyi hale getiren ögeler bütününe hizmet ettiği
kanaatindeyim.
Spike Jonze, Her
(2013) yapımı ile başarılı bir yönetmen oluşunun yanı
sıra, senaristlik alanında da üst düzey beceri sahibi olduğunu kanıtlamıştır.
Filminde özenle işlediği yaratıcı fikri; etkili imgeler, metaforlar ve
sinematografi ile harmanlayarak ortaya koyduğu bu başarılı yapım bunun en büyük
örneğidir. Yönetmenin/senaristin yapımlarında sıklıkla işlediği felsefi
altyapı, onun içerisinde bulunduğu projeleri değerli kılan temel unsurların
başında gelir. Felsefe düşünmektir ve filminin her saniyesinde izleyiciyi
düşünmeye itebilen bir yönetmen, kanaatimce saygının en büyüğünü, en
değerlisini hak etmektedir.
A.
0 comments:
Yorum Gönder