Joseph Beuys ve Marina Abramovic’in Performans Sanatlarından Yola Çıkılarak ‘İnsan’ ve ‘Hayvan’ Türleri Arasındaki Gelişmişlik Farkının ‘Vicdan’ ve ‘Düşünebilme Yetisi’ Kavramları Bağlamında İncelenmesi

    




 Joseph Beuys ve Marina Abramovic’in Performans Sanatlarından Yola Çıkılarak ‘İnsan’ ve ‘Hayvan’ Türleri Arasındaki Gelişmişlik Farkının ‘Vicdan’ ve ‘Düşünebilme Yetisi’ Kavramları Bağlamında İncelenmesi

 

Hayvanlar ve insanlar yaratılışları gereği; olaylar, durumlar, ifadeler, davranışlar vb. karşısında tepki verir. Bu tepkiler söz konusu canlının yaşadığı olaylar silsilesi ile bağıntılı olarak; olumlu veya olumsuz, sert veya ılımlı, dostça veya düşmanca reaksiyonlar olabilmektedir. Bu tepkilerin dışavurumu neticesinde ortaya çıkan eylemler, bahsi geçen canlının; mantık, vicdan ve kişilik kavramları ile yönetilir. İnsanlarda hayvanlara kıyasla; kültür, eğitim, aile, ahlak, kişilik gibi kavramların varlığı, olaylar karşısında verilmesi muhtemel tepkilerin şekillenme hususunda önemli rol oynar.

Bu yazının konusu, ‘Hayvanlar’ başta olmak üzere, diğer bütün canlılara kıyasla -mantık ve vicdan kavramları başta olmak üzere- çok daha gelişmiş ve donanımlı olduğu bilinen ‘insan’ türünün, ‘savunmasız bir canlıya karşı’ gösterdiği tepkilerin, bir ‘hayvan’ olan kır kurdunun verdiği tepkiler ile kıyaslanmasıdır. Bu kıyaslamanın etkisinin; Fluxus Ekolünün en önemli isimlerinden Joseph Beuys’un ‘’I Like America and America Likes Me’’ isimli performansı ile, performans sanatının en önemli kadın temsilcilerinden Marina Abromovic’in ‘’Rhythm 0’’ performansı bağlamında yansıtılması amaçlanmaktadır. Bu amacın beraberinde, söz konusu performans sahipleri Beuys ve Abramovic’in hayatına ve çalışmalarına değinilecektir.

 

Joseph Beuys 1921 yılında Almanya’nın Krefeld kentinde dünyaya gelmiş, Fluxus akımının en önemli temsilcileri arasında gösterilen Alman performans sanatçısıdır. Bahsi geçen ‘Fluxus’ akımının temel gayesi; sanatta devrimci bir akım başlatmak, sanatı ölü yanlarından ayrıştırmak, ‘’sanatı burjuva hastalıklarından kurtarmak (George Maciunas, Fluxus Manifestosu)’’ olsa da, Fluxus sanatçıları aslında sanatı değiştirmekten ziyade, hayatı değiştirmek ile ilgilenmektedirler. Bu değişimi sağlamak için temel dayanakları sanattır, sanatın gücünden beslenirler. Sanatçılar hayatın kendisine, gündelik yaşamın etkilerine odaklanmıştır. Bu sebep ile yaşamda olumsuz etki ve tahribata sebep olan; siyasi, çevresel, sosyal vb. konularda daima eleştirel bir yaklaşım sergilemektedirler. Bu eleştiriyi; kimi zaman hayatın en içinden, en yaygın olarak görülen ‘materyallerin’ kullanımı ile ortaya koydukları performans, kimi zaman ise bedenleri üzerinden yaptıkları tahribata dayalı performanslar ile yansıtırlar.

Beuys, gerçekleştirdiği eylemlerde politik görüşlerine yer vermekten, politize olmaktan asla çekinmemiştir. Çoğu eyleminde siyasi görüşlerini ortaya koymuş, karşıt olduğu görüşleri ağır bir dille fakat oldukça zekice eleştirmeyi başarmıştır. Bunun yanı sıra, sanatçının en ilginç özelliklerinden bir tanesi Şamanizm’e doğrudan duyduğu ilgidir. Birçok performans sanatında bir şaman gibi davrandığı, bir sanatçı ile bir şamanın rolü arasındaki benzerliği gözler önüne sermeyi amaçladığı bilinmektedir.

‘’I Like America and America Likes Me’’ isimli performans sanatında; Beuys’u, keçelere sarılmış bir biçimde görürüz. Aynı zamanda elinde ‘asa’ olarak tasvir edebileceğimiz bir sopa bulunmaktadır. Keçeleri vücudunun tamamını kapatmak için kullanması, onun fiziksel formunu gizleme gayesine hizmet etmektedir. Tüm bunlar Şamanizm ile doğrudan ilgilidir ve Şamanizm’i yansıtır.

Beuys’un şamanlığa duyduğu ilginin temel sebebi, I. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı trajik bir olaya dayanmaktadır. I. Dünya Savaşı sırasında savaş pilotu olarak görev alan Beuys’un uçağı Kırım yakınlarında bir kırsala düşmüştür. Kırım Tatarları, keçe ve iç yağı ile yaralarını sararak, Beuys’un hayatını kurtarmışlardır. Hayata dönen Beuys’un, yaşadığı bu olay ile birlikte sanatçı kimliği, bakış açısı ve eleştiri tarzı yeni bir form kazanmıştır. Sanatçının fikir ve görüşlerini önemli derecede etkileyen bu olay, onun büründüğü ve sıklıkla kullandığı Şaman imgesini net bir biçimde ifade etmektedir.

‘‘I Like America and Amerika Likes Me’’ performansında Beuys, kendini keçelere sararak, asası ile birlikte evinden çıkar. Bir ambulans aracılığı ile uçağına ulaşır ve Amerika’nın New York kentine doğru yol alır. Amerika’ya ulaştığında; Amerikan toprağına ayağını basmadan, vücuduna gün ışığı dahi değmeden, performansı için özel olarak hazırlatmış olduğu galeriye girer. Beuys’un performans sanatını gerçekleştireceği bu galerinin bir kısmı demir parmaklıklar ile ayrılmış vaziyettedir. Parmaklıkların bir ucunda Beuys ile kır kurdu bulunurken, diğer kısmında performans sanatını izlemek isteyen seyircilere yer verilmiştir. Beuys’un bu çalışmasında kullanmış olduğu imgeler ve metaforlar çok değerlidir. Onun keçe ve asa ile bürünmüş olduğu Şaman formu ve bununla bağıntılı olarak kullandığı Şaman imgesi; nesneler ve canlılardan enerji alıp, nesneler ve canlılara yeni anlamlar kazandıran şaman rolünün temsilidir. Bununla birlikte yaşadığı trajik olayın ardından benimsediği felsefe ve büründüğü kimliğin de bir dışavurumudur. Kır kurdu, Amerika’yı temsil eden bir metafordur. Beuys bu çalışmasında; Amerika’yı, tehlikeli ve vahşi bir hayvan olarak ifade etmektedir. Beuys, keçelerine sarılmış bir biçimde bu hayvanın yanına girdiğinde, ilk etapta bir süre hareketsiz kalır. Kurdun kendisinin varlığına alışmasını bekler. Hareketsiz kaldığı süre boyunca kurdun Beuys’a karşı herhangi bir saldırıda bulunmadığı gözlemlenir. Fakat, Beuys’un özgürlüğünü eline aldığı -hareket ettiği- ilk anda, kurt saldırır ve Beuys’u bacağından yaralar. Beuys’un vermek istediği mesaj açık ve nettir: Amerika ilk bakışta bir dost gibidir, onunla birlikte vakit geçirmek mümkündür. Fakat özgürlüğünüzü elinize almaya başladığınızı hissettiği ilk anda size saldırır. Bu performans, Beuys’un politik görüşlerini açık ve net şekilde ifade ettiği önemli çalışmalarından bir tanesidir. Yapmış olduğu eleştiriyi, önemli imgeler ve metaforlar eşliğinde,  performansına başarılı bir şekilde empoze edişi bu performansı değerli kılar.

 

Marina Abramovic, 30 Kasım 1946 yılında Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Kendisini performans sanatının büyükannesi olarak tanımlar. Performans sanatının en popüler ve başarılı kadın temsilcilerinden birisidir. Performans sanatçısı kimliğinin haricinde, yazar ve yönetmendir. MAI (Maria Abramovic Institute)’nin kurucusudur. Kurucusu olduğu bu oluşumda, kendi öğrencilerini yetiştirmektedir. Abramovic gerçekleştirdiği birçok performansında ölüm tehlikesi yaşamış, büyük tehlikeler atlatmıştır. Ortaya koymuş olduğu cesur tavrı, performans sanatlarında fark edilmesi muhtemel ilk önemli ayrıntı olma özelliği taşır. Bireysel performanslarının yanı sıra, Hayat arkadaşı Ulay ile gerçekleştirmiş olduğu etkileyici performanslar ile zaman içerisinde performans sanatının en önemli ve cesur kadın temsilcilerinden birisi haline gelmiştir. Performanslarında sıklıkla vermeyi amaçladığı sosyolojik mesajlar, onun eserlerini değerli kılan bir diğer özelliğidir.

 ‘Rhythm 0’ isimli performansı, aslında onun insanlığa, insanın sahip olduğu en temel yapı olan ‘vicdanına’ yaptığı bir eleştiridir. Bu performansta, Abramovic performans sanatını gerçekleştireceği galeriye davet ettiği insanların karşısına geçer. Kendisini tamamen hareketsiz ve savunmasız halde görürüz. Hemen önünde bir masa; masanın üzerinde ise 72 adet farklı obje bulunmaktadır. Bu objeler içerisinde; gül, üzüm, şarap, makas, bıçak, silah gibi; insanların hem güzel tepkiler vermesine olanak sağlayacak, hem de vahşi tepkiler vermesine olanak sağlayacak materyaller bulunmaktadır. Sanatçı performansı sırasında giymiş olduğu kıyafetinin üzerine; ‘‘6 saat boyunca ayakta duracağını, masadaki materyalleri kullanarak kendisine istedikleri her şeyi yapabileceklerini, oluşabilecek bütün durumların sorumluluğunu kendisinin aldığını’’ belirten bir not bırakır. Bu performans; düşünebilme yetisi ve vicdanı ile diğer canlılardan ayrıştığı iddia edilen ‘gelişmiş’ insan türünün, sanıldığı kadar ‘gelişmiş’ olup olmadığını ortaya koyması bakımından oldukça elzem bir çalışmadır.

Performansın ilk safhalarında; bireyler Abramovic’e karşı oldukça naziktir. Ona gül verirler, sarılırlar, öperler, sevgilerini ifade edebilecekleri eylemlerde bulunurlar fakat zaman geçtikçe vahşileşerek, saldırgan tavırlar sergilemeye başladıkları görülür. Abramovic’in elbiselerini makas ile keserler, yüzünü boyarlar, kucaklarına alıp sağdan sola taşırlar, yere iterler, jilet kullanarak onun bedenine zarar verirler. Vahşiliğin boyutu saatler geçtikçe yükselir ve her seferinde daha kötü bir hal alır. Bireylerden bir tanesi masanın üzerindeki silahı eline alır ve silahı Abramovic’e doğrultur. Performans boyunca seyirciler öylesine vicdan yoksunu, vahşi ve ilkel hareketler de bulunmuşlardır ki; mermi dolu bir tabancayı ateşleyerek Abramovic’in hayatını elinden almak, onlar için tehlikeli ve çekinilmesi gereken bir eylem olmaktan fazlasıyla uzaktır. Galerinin sahibi bu durumun farkına vararak, eline silah almış olan seyirciye müdahale eder ve silahı onun elinden alır. Oldukça vahşi ve insanlık dışı 6 saatin sonunda Abramovic, bedeni kanlar içerisinde kalmış hali ile ilk defa hareket eder. ‘‘Hareket ettiği, özgürlüğünü eline aldığı ilk anda’’ etraftaki insanlar kaçışır. Kendi yapmış oldukları eziyet ile, felaket ile yüzleşmekten korkarlar.

 

Joseph Beuys’un, Amerika’nın vahşiliğini, gaddarlığını, ilkelliğini temsil etmek için kullandığı ‘hayvan’ figürünün, Beuys’un yapmış olduğu eleştirinin ötesinde; aslında kendisini tehlikede hissettiği için, karşısındaki canlının (Beuys’un) ona zarar verebileceğini düşündüğünden mütedair, aslında kendisini koruma maksadı ile saldırıda bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir. Kurdun, Beuys’un özgürlüğünü kısıtlamak, engellemek gibi bir amacı yoktur. Beuys’un bir ‘hayvan’ ile özdeşleştirerek, özgürlüğünü elinden alma arzusu taşıdığını iddia ettiği varlık zararsız bir ‘hayvan’ değil, ‘insan’ topluluklarının oluşturduğu Amerika’dır.

Marina Abramovic’in deneyinde ise; oldukça gelişmiş, vicdan ve irade sahibi; kültür, terbiye, eğitim, ahlak gibi kavramlara sahip olduğu iddia edilen ‘insan’ türünün, yalnız ve yalnızca kişisel zevkleri ve kendilerini tatmin etme güdüleri ile hareket ederek savunmasız bir canlıya uyguladığı vahşet gözler önüne serilmektedir. Zulme uğrayan canlı özgürlüğünden yoksundur, insan denilen ‘gelişmiş’ varlığa bu zulmü gösterme cesaretini veren de tam olarak budur. Abramovic’in özgürlüğünü eline aldığı ilk an ise, bu yazı doğrultusunda vermek istediğim mesaj açısından en kritik noktaya tekabül etmektedir: Onun savunmasız haline işkence ederken akıl edemedikleri ‘‘vicdanlarının’’ esiri olur, yüzleşmekten korkar, korkakça kaçınırlar.

 

Joseph Beuys’un ‘’ I Like America and America Likes Me’’ çalışmasındaki ‘hayvan’ türünün tepkileri ile, Marina Abramovic’in ‘’Rhythm 0’’ performansındaki insan türünün tepkilerini karşılaştırdığımızda, insanoğlunun sahip olduğunu iddia ettiği bütün gelişmişlik kriterlerine karşılık gösterdiği bilinçli ve haz duyulan bir vahşet yapısını benimsediğine tanıklık edilmektedir. Tüm bunlardan yola çıkılarak şu soruyu sormamak imkansızdır: Kendisini, düşünebilme yetisi ve vicdanı başta olmak üzere, bütün canlılardan üstün gören, her fırsatta daha ‘gelişmiş’ olduğunu iddia eden, hayvanların haklarını ve tepkilerini ötekileştiren insanoğlunun, basit ve ilkel gördüğü; vahşi, tehlikeli, özgürlük karşıtı sıfatları ile özdeşleştirdiği bir metafor olarak kullanılan hayvan figürü, nasıl olur da bu denli gelişmiş, üstün bir varlıktan çok daha zararsız bir yaşam sürebilir?

 

A.

 

 

 

 

 

 

 

   

 

 

 

 

 

 

  

0 comments:

Yorum Gönder