Hayvanlar ve
insanlar yaratılışları gereği; olaylar, durumlar, ifadeler, davranışlar vb.
karşısında tepki verir. Bu tepkiler söz konusu canlının yaşadığı olaylar
silsilesi ile bağıntılı olarak; olumlu veya olumsuz, sert veya ılımlı, dostça
veya düşmanca reaksiyonlar olabilmektedir. Bu tepkilerin dışavurumu neticesinde
ortaya çıkan eylemler, bahsi geçen canlının; mantık, vicdan ve kişilik
kavramları ile yönetilir. İnsanlarda hayvanlara kıyasla; kültür, eğitim, aile,
ahlak, kişilik gibi kavramların varlığı, olaylar karşısında verilmesi muhtemel
tepkilerin şekillenme hususunda önemli rol oynar.
Bu yazının konusu,
‘Hayvanlar’ başta olmak üzere, diğer bütün canlılara kıyasla -mantık ve vicdan
kavramları başta olmak üzere- çok daha gelişmiş ve donanımlı olduğu bilinen
‘insan’ türünün, ‘savunmasız bir canlıya karşı’ gösterdiği tepkilerin, bir ‘hayvan’
olan kır kurdunun verdiği tepkiler ile kıyaslanmasıdır. Bu kıyaslamanın etkisinin;
Fluxus Ekolünün en önemli isimlerinden Joseph Beuys’un ‘’I Like America and
America Likes Me’’ isimli performansı ile, performans sanatının en önemli kadın
temsilcilerinden Marina Abromovic’in ‘’Rhythm 0’’ performansı bağlamında
yansıtılması amaçlanmaktadır. Bu amacın beraberinde, söz konusu performans
sahipleri Beuys ve Abramovic’in hayatına ve çalışmalarına değinilecektir.
Joseph Beuys 1921
yılında Almanya’nın Krefeld kentinde dünyaya gelmiş, Fluxus akımının en önemli
temsilcileri arasında gösterilen Alman performans sanatçısıdır. Bahsi geçen
‘Fluxus’ akımının temel gayesi; sanatta devrimci bir akım başlatmak, sanatı ölü
yanlarından ayrıştırmak, ‘’sanatı burjuva hastalıklarından kurtarmak (George Maciunas,
Fluxus Manifestosu)’’ olsa da, Fluxus sanatçıları aslında sanatı değiştirmekten
ziyade, hayatı değiştirmek ile ilgilenmektedirler. Bu değişimi sağlamak için
temel dayanakları sanattır, sanatın gücünden beslenirler. Sanatçılar hayatın
kendisine, gündelik yaşamın etkilerine odaklanmıştır. Bu sebep ile yaşamda
olumsuz etki ve tahribata sebep olan; siyasi, çevresel, sosyal vb. konularda
daima eleştirel bir yaklaşım sergilemektedirler. Bu eleştiriyi; kimi zaman
hayatın en içinden, en yaygın olarak görülen ‘materyallerin’ kullanımı ile
ortaya koydukları performans, kimi zaman ise bedenleri üzerinden yaptıkları
tahribata dayalı performanslar ile yansıtırlar.
Beuys,
gerçekleştirdiği eylemlerde politik görüşlerine yer vermekten, politize
olmaktan asla çekinmemiştir. Çoğu eyleminde siyasi görüşlerini ortaya koymuş,
karşıt olduğu görüşleri ağır bir dille fakat oldukça zekice eleştirmeyi
başarmıştır. Bunun yanı sıra, sanatçının en ilginç özelliklerinden bir tanesi Şamanizm’e
doğrudan duyduğu ilgidir. Birçok performans sanatında bir şaman gibi
davrandığı, bir sanatçı ile bir şamanın rolü arasındaki benzerliği gözler önüne
sermeyi amaçladığı bilinmektedir.
‘’I Like America
and America Likes Me’’ isimli performans sanatında; Beuys’u, keçelere sarılmış
bir biçimde görürüz. Aynı zamanda elinde ‘asa’ olarak tasvir edebileceğimiz bir
sopa bulunmaktadır. Keçeleri vücudunun tamamını kapatmak için kullanması, onun
fiziksel formunu gizleme gayesine hizmet etmektedir. Tüm bunlar Şamanizm ile
doğrudan ilgilidir ve Şamanizm’i yansıtır.
Beuys’un şamanlığa
duyduğu ilginin temel sebebi, I. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı trajik bir
olaya dayanmaktadır. I. Dünya Savaşı sırasında savaş pilotu olarak görev alan
Beuys’un uçağı Kırım yakınlarında bir kırsala düşmüştür. Kırım Tatarları, keçe
ve iç yağı ile yaralarını sararak, Beuys’un hayatını kurtarmışlardır. Hayata
dönen Beuys’un, yaşadığı bu olay ile birlikte sanatçı kimliği, bakış açısı ve
eleştiri tarzı yeni bir form kazanmıştır. Sanatçının fikir ve görüşlerini önemli
derecede etkileyen bu olay, onun büründüğü ve sıklıkla kullandığı Şaman
imgesini net bir biçimde ifade etmektedir.
‘‘I Like America
and Amerika Likes Me’’ performansında Beuys, kendini keçelere sararak, asası
ile birlikte evinden çıkar. Bir ambulans aracılığı ile uçağına ulaşır ve
Amerika’nın New York kentine doğru yol alır. Amerika’ya ulaştığında; Amerikan
toprağına ayağını basmadan, vücuduna gün ışığı dahi değmeden, performansı için
özel olarak hazırlatmış olduğu galeriye girer. Beuys’un performans sanatını
gerçekleştireceği bu galerinin bir kısmı demir parmaklıklar ile ayrılmış
vaziyettedir. Parmaklıkların bir ucunda Beuys ile kır kurdu bulunurken, diğer
kısmında performans sanatını izlemek isteyen seyircilere yer verilmiştir.
Beuys’un bu çalışmasında kullanmış olduğu imgeler ve metaforlar çok değerlidir.
Onun keçe ve asa ile bürünmüş olduğu Şaman formu ve bununla bağıntılı olarak
kullandığı Şaman imgesi; nesneler ve canlılardan enerji alıp, nesneler ve
canlılara yeni anlamlar kazandıran şaman rolünün temsilidir. Bununla birlikte
yaşadığı trajik olayın ardından benimsediği felsefe ve büründüğü kimliğin de
bir dışavurumudur. Kır kurdu, Amerika’yı temsil eden bir metafordur. Beuys bu
çalışmasında; Amerika’yı, tehlikeli ve vahşi bir hayvan olarak ifade etmektedir.
Beuys, keçelerine sarılmış bir biçimde bu hayvanın yanına girdiğinde, ilk
etapta bir süre hareketsiz kalır. Kurdun kendisinin varlığına alışmasını
bekler. Hareketsiz kaldığı süre boyunca kurdun Beuys’a karşı herhangi bir
saldırıda bulunmadığı gözlemlenir. Fakat, Beuys’un özgürlüğünü eline aldığı
-hareket ettiği- ilk anda, kurt saldırır ve Beuys’u bacağından yaralar.
Beuys’un vermek istediği mesaj açık ve nettir: Amerika ilk bakışta bir dost
gibidir, onunla birlikte vakit geçirmek mümkündür. Fakat özgürlüğünüzü elinize
almaya başladığınızı hissettiği ilk anda size saldırır. Bu performans, Beuys’un
politik görüşlerini açık ve net şekilde ifade ettiği önemli çalışmalarından bir
tanesidir. Yapmış olduğu eleştiriyi, önemli imgeler ve metaforlar eşliğinde, performansına başarılı bir şekilde empoze
edişi bu performansı değerli kılar.
Marina Abramovic,
30 Kasım 1946 yılında Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde dünyaya gelmiştir.
Kendisini performans sanatının büyükannesi olarak tanımlar. Performans
sanatının en popüler ve başarılı kadın temsilcilerinden birisidir. Performans
sanatçısı kimliğinin haricinde, yazar ve yönetmendir. MAI (Maria Abramovic
Institute)’nin kurucusudur. Kurucusu olduğu bu oluşumda, kendi öğrencilerini
yetiştirmektedir. Abramovic gerçekleştirdiği birçok performansında ölüm
tehlikesi yaşamış, büyük tehlikeler atlatmıştır. Ortaya koymuş olduğu cesur
tavrı, performans sanatlarında fark edilmesi muhtemel ilk önemli ayrıntı olma
özelliği taşır. Bireysel performanslarının yanı sıra, Hayat arkadaşı Ulay ile
gerçekleştirmiş olduğu etkileyici performanslar ile zaman içerisinde performans
sanatının en önemli ve cesur kadın temsilcilerinden birisi haline gelmiştir.
Performanslarında sıklıkla vermeyi amaçladığı sosyolojik mesajlar, onun
eserlerini değerli kılan bir diğer özelliğidir.
‘Rhythm 0’ isimli performansı, aslında onun
insanlığa, insanın sahip olduğu en temel yapı olan ‘vicdanına’ yaptığı bir
eleştiridir. Bu performansta, Abramovic performans sanatını gerçekleştireceği
galeriye davet ettiği insanların karşısına geçer. Kendisini tamamen hareketsiz
ve savunmasız halde görürüz. Hemen önünde bir masa; masanın üzerinde ise 72
adet farklı obje bulunmaktadır. Bu objeler içerisinde; gül, üzüm, şarap, makas,
bıçak, silah gibi; insanların hem güzel tepkiler vermesine olanak sağlayacak,
hem de vahşi tepkiler vermesine olanak sağlayacak materyaller bulunmaktadır. Sanatçı
performansı sırasında giymiş olduğu kıyafetinin üzerine; ‘‘6 saat boyunca
ayakta duracağını, masadaki materyalleri kullanarak kendisine istedikleri her
şeyi yapabileceklerini, oluşabilecek bütün durumların sorumluluğunu kendisinin
aldığını’’ belirten bir not bırakır. Bu performans; düşünebilme yetisi ve
vicdanı ile diğer canlılardan ayrıştığı iddia edilen ‘gelişmiş’ insan türünün,
sanıldığı kadar ‘gelişmiş’ olup olmadığını ortaya koyması bakımından oldukça
elzem bir çalışmadır.
Performansın ilk
safhalarında; bireyler Abramovic’e karşı oldukça naziktir. Ona gül verirler,
sarılırlar, öperler, sevgilerini ifade edebilecekleri eylemlerde bulunurlar
fakat zaman geçtikçe vahşileşerek, saldırgan tavırlar sergilemeye başladıkları
görülür. Abramovic’in elbiselerini makas ile keserler, yüzünü boyarlar,
kucaklarına alıp sağdan sola taşırlar, yere iterler, jilet kullanarak onun
bedenine zarar verirler. Vahşiliğin boyutu saatler geçtikçe yükselir ve her
seferinde daha kötü bir hal alır. Bireylerden bir tanesi masanın üzerindeki
silahı eline alır ve silahı Abramovic’e doğrultur. Performans boyunca
seyirciler öylesine vicdan yoksunu, vahşi ve ilkel hareketler de bulunmuşlardır
ki; mermi dolu bir tabancayı ateşleyerek Abramovic’in hayatını elinden almak,
onlar için tehlikeli ve çekinilmesi gereken bir eylem olmaktan fazlasıyla
uzaktır. Galerinin sahibi bu durumun farkına vararak, eline silah almış olan
seyirciye müdahale eder ve silahı onun elinden alır. Oldukça vahşi ve insanlık
dışı 6 saatin sonunda Abramovic, bedeni kanlar içerisinde kalmış hali ile ilk
defa hareket eder. ‘‘Hareket ettiği, özgürlüğünü eline aldığı ilk anda’’
etraftaki insanlar kaçışır. Kendi yapmış oldukları eziyet ile, felaket ile
yüzleşmekten korkarlar.
Joseph Beuys’un,
Amerika’nın vahşiliğini, gaddarlığını, ilkelliğini temsil etmek için kullandığı
‘hayvan’ figürünün, Beuys’un yapmış olduğu eleştirinin ötesinde; aslında kendisini
tehlikede hissettiği için, karşısındaki canlının (Beuys’un) ona zarar
verebileceğini düşündüğünden mütedair, aslında kendisini koruma maksadı ile
saldırıda bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir. Kurdun, Beuys’un özgürlüğünü
kısıtlamak, engellemek gibi bir amacı yoktur. Beuys’un bir ‘hayvan’ ile
özdeşleştirerek, özgürlüğünü elinden alma arzusu taşıdığını iddia ettiği varlık
zararsız bir ‘hayvan’ değil, ‘insan’ topluluklarının oluşturduğu Amerika’dır.
Marina
Abramovic’in deneyinde ise; oldukça gelişmiş, vicdan ve irade sahibi; kültür,
terbiye, eğitim, ahlak gibi kavramlara sahip olduğu iddia edilen ‘insan’
türünün, yalnız ve yalnızca kişisel zevkleri ve kendilerini tatmin etme
güdüleri ile hareket ederek savunmasız bir canlıya uyguladığı vahşet gözler
önüne serilmektedir. Zulme uğrayan canlı özgürlüğünden yoksundur, insan denilen
‘gelişmiş’ varlığa bu zulmü gösterme cesaretini veren de tam olarak budur.
Abramovic’in özgürlüğünü eline aldığı ilk an ise, bu yazı doğrultusunda vermek
istediğim mesaj açısından en kritik noktaya tekabül etmektedir: Onun savunmasız
haline işkence ederken akıl edemedikleri ‘‘vicdanlarının’’ esiri olur,
yüzleşmekten korkar, korkakça kaçınırlar.
Joseph Beuys’un ‘’
I Like America and America Likes Me’’ çalışmasındaki ‘hayvan’ türünün tepkileri
ile, Marina Abramovic’in ‘’Rhythm 0’’ performansındaki insan türünün
tepkilerini karşılaştırdığımızda, insanoğlunun sahip olduğunu iddia ettiği
bütün gelişmişlik kriterlerine karşılık gösterdiği bilinçli ve haz duyulan bir
vahşet yapısını benimsediğine tanıklık edilmektedir. Tüm bunlardan yola
çıkılarak şu soruyu sormamak imkansızdır: Kendisini, düşünebilme yetisi ve
vicdanı başta olmak üzere, bütün canlılardan üstün gören, her fırsatta daha
‘gelişmiş’ olduğunu iddia eden, hayvanların haklarını ve tepkilerini
ötekileştiren insanoğlunun, basit ve ilkel gördüğü; vahşi, tehlikeli, özgürlük
karşıtı sıfatları ile özdeşleştirdiği bir metafor olarak kullanılan hayvan
figürü, nasıl olur da bu denli gelişmiş, üstün bir varlıktan çok daha zararsız bir
yaşam sürebilir?
A.
0 comments:
Yorum Gönder