Bas Jan Ader - Kısacık Bir Hayatın Dalgalar Kadar Büyük Sanatı

 


Bas Jan Ader, 19 Nisan 1942 yılında, Hollanda’nın Winschoten kentinde dünyaya gelmiş; performans sanatçısı, video-art sanatçısı, fotoğraf sanatçısı, yönetmen ve oyuncudur. Bas Jan Ader’in 33 yıllık kısacık hayatına sığdırmayı başardığı bu çok yönlü kariyeri, benim kendisine duyduğum hayranlığın en önemli somut kanıtlarından birisidir. Kısa hayatına sığdırdığı bu çok yönlülük; bir yönetmen olarak, yönetmenliğini yaptığı projeler üzerinden özellikle ilgimi çekmeyi başarmıştır. ‘Primary Time’, ‘Nightfall’, ‘Broken Fall’, ‘Im Too Sad To Tell You…’, ‘Broken Fall’ (Geometric), ‘Fall 1’, ‘Fall 2’ Ader’in yönetmenliğini yaptığı başarılı projeler açısından örneklendirilebilir. Bas Jan Ader’in işlerini izlediğimizde; üzgünlüğü, başaramama hissiyatını, duygusallığı, hayatın üzücü gerçeklerini ne kadar başarılı yansıttığına tanıklık ederiz. Öyle ki, yaklaşık üç dakikalık ‘Im Too Sad To Tell You’ video-art projesinde, ilk saniyeden son saniyeye kadar Jan Ader’in hüznüne, gözyaşlarına, ağlamasına maruz bırakılırız. Jan Ader 1971 yılında Amerikan askerlerinin Vietnam’a giderek hayatlarını kaybettiği bir dönemde, bir grup hippi topluluğun bu duruma karşılık gösterdiği bir protesto eylemine tanıklık eder. ‘Im Too Sad To Tell You’ videosundaki gözyaşlarını da, etkilendiği bu protestonun ardından döktüğünü ifade eder. İnsanların gözlerinde gördüğü öfkeden etkilendiğini, onu duygusallığa iten şeyin bu unsur olduğunu dile getirir ve ardından şu sözleri söyler; ‘’Her öfkenin altında bir üzüntü vardır.’’ Jan Ader bu sözü ile aslında hepimizin içerisinde saklı, bilinçdışında kaybolmuş, ortaya çıkartılmaya çekinilen bastırılmış duygularımıza işaret ediyor. Gösterdiğimiz tepkiler gerçek hislerimizi ne kadar doğru ifade ediyor? Aslında olduğumuzu düşündüğümüz kişi miyiz? Ortaya koymaya çalıştığımız karakterin, duruşun kaynağı kalbimizde mi saklı, yoksa sadece dışarıdan gelecek tepkilere karşılık gösterdiğimiz bir savunma mekanizması mı? Ader’in bu sözünü düşündüğümde, kafamdaki tüm bu sorulara cevap bulabiliyorum. Kendimi daha iyi tanıdığımı, veya hiç tanıyamadığımı iliklerime kadar hissedebiliyorum. Çaresizlik, hüzün, yanılsama, hataya düşme, tüm bunların gerçek hayatın içinde daima var olmuş, mutluluğu öne çıkararak bastırılmaya çalışılmış gerçekler olduğunu düşünüyorum. Jan Ader; cesur ve dürüst tavrı, cüretkar üslubu, duygusal yapısı ve sanat aşkıyla tüm bu gerçekleri birçok sanat dalında halka yansıtmayı başarabilmiş, üstelik bunları 33 yıllık kısa hayatında gerçekleştirmeyi başarmış değerli bir sanatçıdır. Bu düşüncelerimden yola çıkarak; onun, hayatın salt gerçeklerine, kötülüğüne, zalimliğine karşı inandığı fikir ve görüşlerini hiçbir kaygı yaşamadan dile getirebilecek kadar cesur, bununla birlikte bütün bu duygularını bir paravan olarak kullanarak sanatına dökebilecek kadar başarılı bir sanatçı olduğunu düşünüyorum.

Bas Jan Ader, başarılı video-art projelerinin yanı sıra, aynı zamanda çok önemli bir performans sanatçısıydı. Onun en çok bilinen, en büyük ses getirmiş, bununla birlikte hayatının sonunu da getirmiş gizemli performansının adı 1975 yılında gerçekleştirdiği Mucize Arayışında/ In Search of Miraculous’dur.  Jan Ader, bu performansı kapsamında Massachusetts’den İngiltere’ye, Atlantik Okyanusu’nun üzerinden küçük bir tekne ile geçmeye çalışmıştır. Bu performansın kararını aldığında, birçok sanatçı Jan Ader’e bunu yapmaması gerektiğini, bunun akıl işi bir performans olmadığını dile getirmiştir. Jan Ader, tüm bu uyarılara kulak asmadı ve performansını gerçekleştirdi. Ne kadar delice de olsa bu performansı yapmasını anlayabiliyorum. Çünkü Jan Ader’in bir amacı vardı. Yazımın başımdan beri ısrarla betimlediğim, onun hemen hemen bütün işlerinde gördüğümüz, -hayatın gerçekleri olarak nitelendirebileceğimiz- hüzün, çaresizlik, melankoli, acı, gözyaşı gibi başlıklar Jan Ader’in adeta kimliğiydi, tanımlanma biçimiydi. Jan Ader; bu üzüntünün, acının, hüznün nedenini bulmak, tabiri caiz ise mutluluğa ulaşmak için; 160.460.000km2 yüz ölçümü ile, dünyanın en büyük ikinci okyanusu olan Atlantik Okyanusu’nu; kendi iç sesini dinleyebileceği küçük bir gemi içerisinde, sadece değiştirmek istediği duygu ve düşünceleri, ifade etmekten asla korkmadığı fikirleri ve bütün cesareti ile birlikte karşısına alma başarısını gösterdi.

Atlantik Okyanusu’na açılmasının üzerinden bir müddet sonra, İrlanda açıklarında teknesinin enkaz parçalarına ulaşıldı. Bas Jan Ader’in bedenine dair en ufak bir iz dahi bulunamadı. Büyük bir topluluk onun sanatı ile birlikte Atlantik Okyanusu’nun derin sularına gömüldüğünü düşünürken, bir kısım sanatçı ise onun ölmediğini, başka bir yerde, yeni bir hayata başladığı düşüncesindeydi. Bedenine hiçbir zaman ulaşılamadığı için, ölümünden bu yana bu olay gizemini korudu.

Bas Jan Ader’in hapsolduğu üzüntüyü, hoşnut olmadığı duyguları değiştirmek, yeni bir insan olmak, mutluluğa ulaşmak için tercih ettiği bu yol, aslında ufak bir kesimin inandığı ‘başka bir yerde, yeni bir hayata başladı’ yargısına ikna olmamı sağlıyor. Birçok felsefi görüşte, yeni bir hayat, yeni bir kimlik, ölümün ardından gerçekleşen diriliş ile meydana gelir. Kendisini meditasyon yoluna adamış bazı topluluklarda, aynı yolun yolcusu olmak isteyen bireyler; bir kısım testlere tabi tutulur ve tüm zorlukları başarıyla geçerlerse yeni bir hayata, üstün bir zekaya sahip olurlar. Belki Jan Ader’in ölümü, yeni bir hayatının başlangıcıdır ve o yeni hayat, onun performanslarında, video-art çalışmalarında, fotoğraflarında gördüğümüz; hüznün, çaresizliğin, melankolinin var olmadığı, sadece ulaşmak istediği mutluluğu barındıran bir hayattır.


 


 

 

 

0 comments:

Yorum Gönder